Alasdair Gray’in aynı adını taşıyan eserinden esinlenerek perdeye aktarılan, Yorgos Lanthimos‘un yönetmen koltuğunda oturduğu “Poor Things“, yılın en çok beklenen sinema olaylarından biri olarak nihayet ülkemizde sinemaseverlerle buluşuyor. Venedik Film Festivali‘nde gerçekleştirilen görkemli prömiyerinin ardından, eleştirmenlerden tam not almayı başaran ve birçok ödül ile adaylıkla onurlandırılan bu film, Emma Stone, Mark Ruffalo ve Willem Dafoe gibi Hollywood’un en parlak yıldızlarını başrollerde bir araya getiriyor.
Film, biraz Frankenstein’ın hüzünlü melodramını, biraz da klasik peri masallarının büyülü atmosferini hatırlatan özgün bir hikâyeyi merkezine alıyor. Zeki ve yenilikçi bir bilim insanı olan Dr. Godwin Baxter’ın, intihar etmiş genç bir kadının bedenini kullanarak gerçekleştirdiği deneyi konu alır. Baxter, genç kadının kafasına bir bebeğin beynini naklederek Bella Baxter’ı hayata döndürür. Film boyunca, bir yetişkin kadının bedeninde, bebeklik döneminden başlayarak büyüme ve olgunlaşma sürecine şahit olduğumuz Bella, cinsellik, kimlik ve hayatın anlamı gibi konuları keşfederken izleyiciyi de kendine has bir keşif yolculuğuna davet ediyor.
“Yorgos Lanthimos’un benzersiz filmografisindeki en parlak yapıtlardan biri” olarak nitelendirilen “Poor Things”, yönetmenin karakteristik stiliyle bezeli. Film, Lanthimos’un önceki çalışmalarında olduğu gibi, detaylara olan sıradışı hakimiyeti, yaratıcılığı ve görsel anlatımındaki ustalığıyla öne çıkıyor. Steampunk etkileri taşıyan, karanlık ve karanlık bir Wes Anderson dünyasını andıran bu evrende, dekorasyon, özel efektler ve kostümlerle zenginleştirilmiş görsel bir şölen sunuluyor. “Arthouse Barbie” diyebileceğimiz filmde Emma Stone, muhteşem performansıyla, karakterinin çocukluktan yetişkinliğe uzanan dönüşümünü inanılmaz bir yetenekle canlandırıyor ve izleyicileri derinden etkiliyor. Mark Ruffalo ise sürprizlerle dolu karakteriyle filme mizahi bir boyut kazandırarak, karanlık temalara rağmen hikayenin daha da zenginleşmesini sağlıyor.
Kısacası, “Poor Things“, Yorgos Lanthimos’un sinematografik dehasının yeni bir kanıtı olarak, görsel ve duygusal derinliğiyle sadece yılın değil, belki de son yılların en unutulmaz filmlerinden biri olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Bu yüzden, sinema tutkunları için kaçırılmaması gereken bir yapıt olarak öne çıkıyor.